Söğüt Tarih ve Doğa Karşılaşma Merkezi
Söğüt Tarih ve Doğa Karşılaşma Merkezi
Söğüt Tarih ve Doğa Karşılaşma Merkezi
Söğüt Tarih ve Doğa Karşılaşma Merkezi
Kategori_ Sosyal Merkez
Tarih_ 2022
Konum_ Bilecik, Türkiye
Alan_ 3.320 m²
İşveren_ Bilecik Belediyesi
Tasarım_ KAA works
Ekip_
Bahadır Kantarcı
Ece Avcı
Gün Rodoplu
Yunus Emre Görgüç
Berkant Ağıl
Prof. Dr. Murat Yurdakul
Kategori_ Sosyal Merkez
Tarih_ 2022
Konum_ Bilecik, Türkiye
Alan_ 3.320 m²
İşveren_ Bilecik Belediyesi
Tasarım_ KAA works
Ekip_
Bahadır Kantarcı
Ece Avcı
Gün Rodoplu
Yunus Emre Görgüç
Berkant Ağıl
Prof. Dr. Murat Yurdakul
Tarih boyunca doğal taşlar yapı ve kaplama malzemesi olarak yaygın bir biçimde kullanılmışlardır. Göbekli
Tepe’den Piramitlere, Roma’dan Osmanlı İmparatorluğuna kadar taş, medeniyet inşasında ayakta kalan neredeyse tek malzeme olarak dikkat çekmektedir.
Günümüzde yapılarda kullanılan her bir parça doğal taş, bugüne ulaşan jeolojik birer zaman kapsülü ve aynı zamanda da dünyanın zaman içerisindeki hareketinin de gerçek bir resmi gibidir.
‘SÖĞÜT BEJİ’
Bilecik, keşfedilen taş ocakları sayısı ve bu taş ocaklarının yarattığı ilginç katmanlaşmayla topografik çeşitliliğe sahip bir coğrafya.
Bilecik ili Türkiye doğal taş rezervlerinin yaklaşık %10’ununa sahiptir. Küçük Asya’nın en önemli antik ocakları Bilecik’te bulunur. Söğüt ise 1980’lerden beri işletilen mermer ocakları ile bu bölgenin en eski taş üretim merkezlerindendir.
Ortaya koyduğumuz yapı, Söğüt’ün taş ocaklarının ürünüdür.
Coğrafyasının yaklaşık 260 milyon yıldır sakladığı taşların yer üstünde hayat bulmuş hali..
Söğüt’te bir ‘Tarih ve Doğayla Buluşma’ alanı için fikirler üretmeye başladığımızda, fark ettik ki; daha eski, tarihin derinliklerinden kendisi olarak gelen daha güçlü bir şey bilmiyoruz.
Üstelik tarih doğayla, kendi taşından daha anlamlı bir buluşma gerçekleştirebilir mi? Aslında burada tarih doğanın kendisi, yerin ta kendisi, coğrafyanın derinlerinde sakladığı, milyonlarca yıla şahitlik etmiş bir hazine.
En iyi yapının duvarları anlatır belki, 400 çadırla buraya gelip bir bütünü oluşturan, nihayetinde güçlü bir imparatorluğun ilk duvarını ören o insanları, en iyi basıp geçtikleri yerlerin altında uyuyan taşlar anlatır.
Topoğrafyadan çıkan ve eğimle birlikte kısmen parçalanan yapı, iç ve dış mekanlar arasında yarattığı net olmayan bir ayrımla, taş duvarlar ve teraslar arasında bir gezintiye çıkarır ziyaretçisini. Dolayısıyla kararlı bir tavırla tam göbeğe oturan salon dışında kalan tüm mekanlar; bir fuaye, aynı zamanda bir avlu ve teras olarak işler.
Farklı kotlardan yapının muhtelif yerlerine sızmak mümkündür.
Burada taş hem bir zemin parçası, hem mekan tanımlayan bir yapı elemanı hem de kotları düzenleyen bir peyzaj elemanı olarak birden çok işlev üstlenir.
Yer’, ‘mekan’ ve ‘dolaşım’ arasındaki bağı güçlendirebilmek adına, tasarım kriterlerimize etki eden başlıca ilkelerimiz;
1-Yere uygunluğu gözeterek, iklim ve coğrafyasının sunduğu kaynak ve verileri topografik şartlara uygun olarak bir araya getirmek, alana dair malzemeleri iyi okuyup yeniden yorumlayarak programla ilişkili bir kurgu oluşturmak,
2-Çevre ocaklardan, kısmen atık taş blokların alana getirilmesiyle, hem yere özgü yapı yapmak, hem de kısa mesafeden tedarik sayesinde daha sürdürülebilir bir yol izleyebilmek,
3-Taşın ocaktan olduğu gibi, minimum işlem uygulanarak kullanılmasıyla, ocağın çıplaklığını yapıya yansıtmaya çalışırken, bir yandan, ocağın daha insani ölçeklerle burada yeniden kurgulanmasını sağlamak,
4-Peyzajdaki yığma taş duvarların örülmesinde, alandan çıkarılacak moloz taşları da kullanarak kendi topografyasındaki taşları değerlendirebilmek,
4-Olabildiğince kolay okunabilir bir mekan kurgusuyla, bir insanın mekanın bir ucundan bir ucuna rahatça ulaşabileceği, karmaşıklıktan uzak, hem bir çırpıda gezintiye izin verecek hem de her bir aralığından manzaranın sürprizleriyle insanı buluşturabilecek nitelikte bir denge kurmak,
5- Salonlar; teknik hacimleri ve servis mekanlarıyla birlikte, fonksiyonarı gereği daha dışa kapalı bir tutum içerisindedir. Bir fuayeden sizi içeri alır ve mekana kavuşturur. Kurguladığımız sistemde ise; böylesine bir arazide, salonu çepeçevre saran fuaye sistemi ile, gezintinin ortasında bir kafes yaratmak ve insanın, salondan her fırsatta kendini dışarı atabileceği, her noktadan avlu ve
teraslarla ilişki kurabileceği, sızıntılara müsaade eden bir yapı ortaya koyabilmek, dolayısıyla açık ve kapalı alan dengesini yakalayabilmek,
6-Doluluk boşluklarıyla bir cephe kurgusu oluşturulmuşsa da, cephelerin ‘tamamıyla tasarlanmış’ bir kurgusu yoktur, söğüt mermerinin ocakta kırıldığı boyut ve dokularla yerinde oluşturulacak bir kurguya müsaade eder. Bu da tasarımın tamamlanmasına, hem Söğüt’teki taşın, hem oranın taş ustalarının, yapının yapılacağı
zamanın gibi doğal etkenlerin önemli bir payı olacağına işaret eder. Bunu önemseyerek, Söğüt’e dair aktör ve elemanları esnekliğe izin vererek tasarıma dahil etmek,
7- Arazideki eğim düşünüldüğünde, bir ucunda yapı tamamen gizlenir ve araziye saplanırken, diğer ucuna doğru gidildikçe meydana çıkmaya başlar. Böylece ölçeği korumaya çalışır bir tavır üstlenirken, bir yandan da tüm mekanların böylesine bir doğa içinde doğal ışık ve havayı almasını sağlayabilmek,
8- Farklı kullanıcılara, çeşitli zamanlarda, kültürel ve sosyal altyapıyı sunabilmek,
9-Hem araç yoluyla, hem ormanlık alan içerisindeki patikalarla doğrudan ilişki kurabilmek amaçlanmıştır.
Program ve Strüktürel Sistemler
Salon, tüm yapının göbeğinde çelik bir strüktürden oluşan bir kafes gibi kurgulanmıştır. Tüm tesisatı da kabuğunda gizleyen bu kafes sağladığı geniş açıklık sayesinde iç mekanda bütüncül ve ferah bir ortam oluştururken, doğal ışığı da parmaklıklar arasından içeri alır.
Dış mekanda ise kendini kolayca okutan salon kütlesi, ziyaretçisine fonksiyonuna dair mesaj verir. Saklı hiçbir şeyin olmamasını önemsediğimiz projede, her hacim, her malzeme kendini olduğu gibi açık eder. Nitekim güney yönünden alana yaklaştığımızda pir peyzaj içinde, yapının çelik kafesinden başka bir şey görmediğimiz, kalan kısmının peyzaja dönüştüğü bir perspektifle karşılaşırız.
Ana giriş olarak nitelendirdiğimiz güney yönünden bu kafese ilerlediğimizde iki farklı alternatifle yapıya girmek mümkün. Meydandan ana fuayeye açılan amfiden fuaye avlusuna inerek veya düz ayak kafesteki karşılama alanındaki çekirdeği kullanarak; güvenliğin, danışmanın, vestiyerin ve küçük bir kafenin bulunduğu fuayeye girebiliriz. Esasında üç yanının fuaye olarak çalıştığı yapıda, her bir fuaye ziyaretçisini farklı bir ambiyansa ulaştırır. Ana giriş amfisi bir etkinlik alanı olarak işlerken, yan fuayeden açık etkinlik alanları ve doğa teraslarına erişilir. Ana giriş noktasından salona ve salondan da dümdüz ilerleyerek taş avlunun karşıladığı kuzey girişine ulaşabiliyoruz. Bu avlu kafenin de hizmet ettiği, bizi teraslara ve ayrıca restorana ulaştıran bir küçük kesişim mekanıdır.
Restoran
Restoranın bağımsız bir parçası olarak kafe yapısı, taş avluya, fuayeye ve kulislere hizmet eder. Avludaki çekirdek vesilesiyle doğrudan veya kafenin terası ile açık etkinlik avlusunun teraslarından kademelerle ulaşılan restoran, yapıya sırtını dönerek tamamen peyzaja ve şehir manzarasına yönelir. Taş terasları ve bahçeleriyle farklı açık mekan kurgularına hizmet eder.
Kayı Sembolü / Taş Heykel
Açık etkinlik terasının orta noktasını hizalayacak şekilde toprağa oturtulan bir taş heykele kazınarak sembolün el işçiliği ile işlenmesi önerilmektedir. Geçmiş dönemlerden günümüze ulaşan semboller, halkların kültürlerini yansıtan kodlar üreterek, bu kültürü bir sonraki kuşaklara aktarma biçimleridir. Bu da ancak kalıcılıkla mümkündür. Tıpkı eski toplumların taşa kazıyarak günümüze ulaştırdığı mesaj ve sembolleri gibi, bugün bizim de gelecek nesle aktarmamız için bu sembol bir araç olacaktır.